16 Haziran 2012 Cumartesi

Öğretmenler için yaz seminerleri başladı ve...

Saat 09:00'dan 14:15'e kadar hizmet içi eğitim seminerlerindeydim bu hafta.

Her yıl okullar kapandıktan sonra yapılan yaz seminer döneminin, birinci haftasını-uzaktan eğitim kısmını- bugün itibariyle tamamladık.

Cumhuriyet tarihinin en köklü eğitim reformlarından birini gerçekleştiren Milli Eğitim Bakanlığı'nın biz öğretmenler için hazırladığı bu eğitim seminerlerini heyecanla bekliyordum ben. 

Çünkü uygulayıcı olan ben-öğretmen yeni bir alana kaydırılıyordum. Artık 48 aylık öğrencilerim olacaktı.

Elbette neyi, nasıl, nelerle yapacağımı bilmem gerekiyordu. Eksiğiyle fazlasıyla sistem de, müfredat da bana emanet edilecekti. Önemli olan, hatta en önemli olan "ben" nasıldım acaba? 

Hele hele mesleğe iki yıl ara verdikten sonra yeni bir il, yeni bir okul, yeni idareciler, yeni öğretmen arkadaşlar, yeni bir yaş grubu, yeni bir sistem, yeni bir müfredat, yeni yeni yiğitler ve yeni yeni yoğurt yiyişler...

Elbette seminerlerden bir şeyler öğrendim (Onları da yazacağım), ama önce kendi kendimize öğrettiklerimiz  var sırada:

Dersler 09:00'da başlayacak dendiyse ve dakikasında başlıyorsa, elbette biz öğretmenler de orada zamanında oluyorduk, hayır rahat rahat 09:00'dan sonra gelmeye başlamıyorduk, hiç olur muydu...

Her öğretmenim çok kibar, çok centilmendir; ben de anlamadım kimmiş o günaydınlarına karşılık alamayanlar...

Cep telefonlarımızla daima dünyanın en önemli görüşmelerini yapıyor olsak da, elbette derslerden önce sessize alıyorduk, tabii ki de çalan telefonu açıp en ön sıradan konuşa konuşa salonu terk etmiyorduk, hayır asla deve kuşu misali fısır fısır konuşmalar yapmıyorduk...

Orada akademisyen ders anlatırken, dikkatle dinleyip not alan arkadaşlarımız varken, en son 8 Haziran Cuma günü gördüğümüz öğretmen arkadaşlarımızla 100 yıl önce görüşmüşüz gibi hararetle ve de yüksek sesle konuşmamız söz konusu olamaz...

Okulun bahçesi, ama açık hava, ama mütemadiyen sigara içildiğinde, açık havada duman altı olmaktan migren atakları geçirmedik biz, kimden duyduysanız saçmalamış...

"Salona yiyecek ve içecekle girmediğiniz için teşekkür ederiz" yazılı uyarısı kulağımızda küpeydi bizim, zaten öyle bir uyarıya gerek de yoktu, yerlere-koltuklara dökülen kahve-çay  herhalde öğrencilerden kalmış olmalı...

Evet evet yazılı uyarıyı yeterli görmeyip sözlü uyarıda bulunan salon görevlisi, bizce de ayıp etti, dedik ya çocuklar döktü o kahve çayları koltukların altına, çocuk işte...

Ay yok, kim salonda ders dinlerken cak cak sakız çiğneyebilir...

İmza sirküsüne imza atmak için türlü cambazlık yapan, sıra gözetmeyen vallahi de bizden değildir, mümkün olabilir mi...

Başkasının yerine imza atmak, imza atıp kayıplara karışmak... şaka mı bu...

1 saat 23 dakika boyunca susturulamayan "yurttan bağıran öğretmenler korosunun", şube müdürünün hötüyle susması akıl zorlayıcı bi' defa...

Biz öğretmenlik diplomamızı elimize aldığımız günden beri asla eksilmeyen, daima ve daima güncellenen- yenilenen bilgiye sahip olduğumuzu söylemedik, uydurmayın...

Hiç de bile, zorunlu eğitim olmasa da, biz eğitim için, her zaman her yerde hazır bulunuruz işte bu kadar!

"Bütün bunları yapabilmek için sizlere ihtiyacımız var" diyen sevgili akademisyenler ve bakanlık görevlileri gördüğünüz üzre bizler hiç ham olmadık; hep yanıyoruz hep taşıyoruz. 

Yaşı fark etmez, gönderin öğrencileri, bi' güzel eğitelim onları!



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Reyhan Cadısı derler ki;