30 Ocak 2009 Cuma

BAŞARDIK!

Uzun süren sessizlikten sonra nihayet döndüm. Minik yıldızlarımı fazlaca beklettiğim için çok çok üzgünüm. Ama hain bir hastalık beni eline geçirdi ve benim onun pençelerinden kurtulabilmem için ilaçlar, serumlar, sevgi yumağı görmem gerekti. Bugün kendimi toparlayıp bilgisayar başına geçebildim. Bembeyaz suratla hayalet cadı olarak ortalıkta dolaşıyorum. Espiriler aynı yönde okul bitti, ben de bittim :(

Benim kuzu kuzu meler büyüdü; bir dönemi geride bıraktılar. Hepsi masanın üzerinde zafer işaretiyle başardık diye bağırıyorlar! Başardık! Başarı belgeleri ile fotoğraf çekemedim çünkü hastalık sinyalleri gelmeye başlamıştı ayakta durmada zorlanıyordum ve makinamızı elimizden almışlardı. (Baş harfi G; o kendini bilir)



Çantanın içerisinde; başarı belgesi, tatil planı, tatil dünyam, kitap kayıt defteri,aile rahberlik çalışması, çikolatalı gofret, halley, hobby, bonibon, hediyeler, suluboya ve :)

Fotografik hafıza tekniği ile dünya haritasında 64(evet yanlış görmüyorsunuz) ülkeyi tanıyan harita kralı grubu kazandığı dev hediyelerle haklı havalı pozunu atarken... (Diğer çocuklar teselli armağanı kazandılar)

Bu ikili yine bir arada; ayırabilene aşk olsun :)
Küçük Einsteinım yanağını vurup morarttığı için son günümüzü bile deneysiz geçirmedik; bir yerimizi vurduğumuzda neden derimizde renklenme olur?

HANİMİŞ: Diğer makinadaki fotolar daha sonra... Azıcık daha iyileşeyim...


16 Ocak 2009 Cuma

İstanbul Modern

Her gün sanat çalışmasında harika eserler ortaya çıkaran minik yıldızlar bugün İstanbul Modern Sanat Müzesinde dev sanat eserlerini incelediler, meraklı meraklı sorular sordular ve her birini çok beğendiler. Ama özellikle zincirli merdivene (cehennem merdiveni) ve sahte tavana bayıldılar.

Birkaç gündür bu harika kitaptan sanat eserlerini inceliyoruz. Eserler hakkında beyin fırtınası yapıyor, kompozisyonlar üzerinde tartışıyoruz. Ressamlardan Van Gogh'u mercek altına altık. Onun dahi ve deliliğin sınırında bir ressam olduğunu, portresini yaparken kulağını çizemeyince, kulağını kesme hikayesini anlattığımda "delirmiş olmalı gerçekten deee" diye kocaman açılmış gözlerle tatlı tatlı bana baktılar. Kulağı kesik portreyi uzun süre incelediler.
Müzenin girişi, bu çocuklar yerde ne yapıyor? Öyle pür dikkat neye bakıyorlar? (Aslında baktıkları eseri de çekmek isterdim ama münasebetsiz ve gereksiz müze koruma görevlileri her taraftan üzerime koşturunca ağız dalaşına girmak zorunda kaldık. Altta kalmak olmaz, paylayınca ne diyeceklerini bilemediler. Loure Müzesini gezmiş olmanın verdiği bir özgüven işte! Zaten çocuklarla şikayet yazısı yazıp göndereceğiz. Hakkımızı arayacağız. Hem insanlara çocuk yaşta sanatı sevdirelim, müzelere alıştıralım derler; bununla ilgili yapılan çalışmalarla övünürler hem de gezi boyunca gölgem gibi bana yapışık bir koruma ile gezdirirler. Reyhan bunun altında kalır mı? Tabii ki...)

Gören herkesi büyüleyen, mutluktan şıngır mıngır gülümseten kitap tavan ya da sahte tavan isimli esere... Benimkiler uzun süre kalkmak istemediler yerden. (Merak etmeyin müzenin içi sıcacık) Hayran hayran seyrettiler. (Ben hala adamla cenk ediyorum. Hem yasaksa internetteki bir sürü fotoğraf nasıl çekildi; yok hakkımızı arayacağız!)


Birinci kattan ikinci kata bir oda büyüklüğünde asansörle çıkıyoruz. Eğitim rehberimiz Selcan Abla yanımızda. Benimkiler şaşkın ve mutlu yine. Onları böyle görmek beni de çok mutlu ediyor. (Ama sinirlerim hala yatışmış değil)

Şişşşşşşş eğitim atölyesinde minik ressamlar eskizlerini tamamlıyor... Selcan Abla benimkileri eğitim atölyesine aldı. Kocaman resim kağıtları, yepyeni pasteller verdi. Özgür olduklarını, sitedikleri resmi çizebileceklerini, pastel boyaların boyama yaparken kırılabileceğini ama önemli olmadığını söyledi ve benimkiler eserlerini bitirene kadar onlarla arkadaşlık etti.


Tatlı kız, tatlı kız, kalemi yanlış tutuyorsun tatlı kız...


İşte benim küçük Reyhan, Mervecik (pantolon üstü tunik giyiyor). Mini mini parmakcıklarıyla koskocaman gayretine bakın!

Ah bir tane daha tatlıcık, kalemi yanlış tutan Berkecik (Ama n'apsın öğretmen annesi daha kalemi doğru tutamıyor ki. Armut dibine düşer olayı)

Çocukların yaptığı çalışmaları atölye duvarlarında sergileyen İstanbul Modernin en sevdiğim en renkli bölümü burası bence: Çocuk eserleri! Benim küçük Abidin Dinolarım attılar kendilerini beğendikleri eserlerin önüne. Fotoğraf çektirme yarışı var. Bir de soruyorlar "reyhan cadısına mı koyacaksın öğretmenim" Sizi gidi sizi...















13 Ocak 2009 Salı

Mıknatısın demirle dansı

Yeni yıl için anneleriyle postaneye gidip arkadaşlarına yılbaşı kartları atan minik yıldızlarım, postacı amca getirdikçe (niye bu kadar yavaş olduğunu anlayabilmiş değilim) kartlarını sınıfa getirip birbirlerine gösteriyorlar. İyi ki de gösteriyorlar; ben kartların para ile dışarıdan alınmadan kendilerinin hazırlamasını ve çocukların cümleleriyle yeni yıl dileklerini yazmalarını istemiştim. Aşağıda da görüldüğü üzre hazır alınan kartlar, klasik cümleler! Eyvah, eyvah! Birileri ayvayı yedi :)

Dün yapamadığımız sohbet etkinliğimizi harita köşemizde uzun uzun yaptık. Ülkelerin bayrakları neden farklıdır, bütün bayraklar aynı olsaydı ne olurdu, bayraklarda kullanılan renklerin anlamı ne olabilir ve benzeri sorular. Görsel materyallerimiz de konuyu zenginleştirince harika cevaplar geldi. Mesela Kanada'nın yaprağı için "o yukarda ya, kuzeyde yani, çok soğuk yer olduğu için ağaç yoktur belki, onlar da yaprakları özledikleri, sevdikleri için bayraklarına koymuşlardır" Öğrencilerimin hayal gücü çok ama benim hepsini yazacak enerjim yok. Akşam yemeği için karışık kızartma yapmam gerekiyor. Boyalarla hazırlanan bayrakları Talha getirdi, şimdi kim hatırlıyamıyorum ama "bakın, boks eldivenlerine de bayrak çizmişler" denince onu da koyduk (Bayraklarımız fotoğrafta görülenden çok daha fazla)

Birbirinden ilginç vahşi hayvanlar albümlerini eve gönderme vakti geldi. Bu albümler sayesinde kedigiller ailesini tanıdılar. Özellikle siyah dev kedi jaguar en çok sevilenler listesinde birinci sırada!

Aile katılımında yaptırılan mor renk deneyini sınıfta tekrar ederek ısınma hareketleri ile deneylerimize başlıyoruz.

Dünyamızdan sonra uzay, gezegenler derken yerçekimi kuvvetine geldi sıra. Minik ve meraklı bilginlere bu konuyu anlatmak çok kolay. Çünkü fen köşemiz bir harika; yok yok! Her şeyi günlükte anlatamıyoruz tabii, eğlence dünyamızda olmanız gerekiyor. "Oturmak mı kalkmak mı bizim için daha kolaydır, salıncaktan niye uçmuyoruz, niye bıraktığımız nesneler yere düşüyor..." gibi uygulamalı ve komikleştirilmiş dramalarla dün konuya giriş yapmıştık. Bugün ise yer çekimini mıknatısla ilişkilendirerek sundum. Siyah ucu yerkabuğu olarak hayal edersek kırmızı daire de biz olursak, yer çekimi olmasaydı böyle havada olacaktık işte.

Sadece biz mi, diğer insanlar, canlılar, cansızlar... Hepimiz böyle hop hop hop... İlk akıllarına gelen endişe "annemizin elini tutamazdık o zaman, çünkü annemiz de uçardı"

Neyse ki böyle korkunç şeyler olmuyor. Dünya isimli harika gezegenimizde yerçekimi var ve bizim ayaklarımız yerde.

Peki bu yerçekiminin benzeştiği mıknatıs nasıl bir madde; yenir mi, içilir mi? Ne diye bir şeyleri çekiyor devamlı yanına, ne yapacak onlarla? Yine harika cevap geliyor "Sevdiklerini yanına çekiyor, sevmediklerini kovuyor. Yani seviyor, sevmiyor" O zaman şu at nalı mıknatısı toplu iğnelere şöyle bir değdirsek...

Yine at nalı mıknatısımızı demir tozlarına değdirmeden camın altından dolaştırsak. " Aaa hareket ediyorlar"

Demir tozlarını çok seven mıknatıs o kadar kuvvetli çekiyor ki biz tutmasak da mıknatıs düşmeden asılı durabiliyor

Daha da yakından bakabilirsiniz... Hareket edenler seçilebiliyor.

"Öğretmenim küçük mıknatısları azıcık dokundursak... hep camın altından yapıyoruz"

Evet görerek öğrenmeleri, sorularına hemen cevap bulmaları çok güzel, bütün çabam da bu. Ama asıl marifet yapıştıktan sonra o dairelerin içinden demir tozlarını çıkarabilmek ve temizlemek :( Ellerime battılar... Bu mıktatıs dedik ya sevdiklerini kendine çekiyor. Bake şeyleri deneyelim dedik. Mesela tahtayı sevmiyor çünkü bakın onu kendine çekmedi.

Sonra sırasıyla denedik; cam, plastik, metal ve alüminyum tozu... I-ıh hiç birini sevmiyor ki çekmedi.

Onun en sevdiği demir işte. Bakın yine hüp diye çekiverdi toplu iğnelerimizi

İşteee bu çekim gücü sayesinde kendi yollarında-yörüngelerinde sakince gezinen, dans eden dokuz gezegen arkadaş hiç çarpışmadan uzaydaki boşluğa yuvarlanmadan bir arada yaşıyorlar. (Gezegenler arası itme-çekme denemelerimizin fotoğrafı yok maalesef, ama onu da biliyorlar maşallah)

Aile katılımı etkinliğinde Nermin Hanımla beraber mutfak etkinliğinde küçük aşçılar kumpir hazırlayıp yediler şapır şupurt ooooh. Gerçekten lezzetli yapmışlardı. ben de dahil olmak üzere ikinci, üçüncü tabaklar için sıraya girdi herkes.



Bazılarının yardıma tahammülü yok, "ben tek başıma yapabilirim, ben çok başarılıyım"